29 Aralık 2014 Pazartesi

Mini Minicik Muffin


Mini Minicik Muffinleri yapmak için bir gününüzü en sevdiğiniz kızınıza ayırıyorsunuz sonra bıdı bıdı soruları ve konuşmaları eşliğinde kekinizi yapıyorsunuz ve çokkk eğlenceli mutlu bir gün geçirmiş oluyorsunuz :))

3 yumurta
1/2 su bardağı şeker
1/2 su bardağı sıvı yağ
1,5 su bardağı un ( elenmiş)
1/2 pkt kabartma tozu
3 tatlı kaşığı yoğurt
3 damla portakal esansı veya 1 pkt vanilya

Yumurtayı kırması için Serra'nın eline ver her ne kadar ben yapamam dese de sen bunu başarabilrsin de ve o da yumurtanın ilkini ortadan ikiye kırmak yerine her yerinden kırsın olsun diğerini yapabilirsin de ve 3. de başarıya ulaşın tüm eli yumurtaya bulanmış olsa da yüzünde başarının mutluluğuna şahit ol. Mikseri taşımaktan yorulana kadar çırpsın sonra Gavva benim kolum ağrıdı desin iki elinde tutumayı dene dedikten sonra un'u elesin tüm tezgah un olsun ama sen hala çok sakin bi şekilde olsun bişey olmaz de ve zevkle yağlı kağıtları birlikte açın kek karışımı yağlı kağıda dökün içine çikolata damlalarını doldurun diyorum çünkü gerçekten doldurduk :) Tchibo'dan aldığımız muffin pişirme makinesi harika birşey özellikle çocuklarıyla zaman geçirmek isteyen anneler veya babalar için çok pratik bir buluş :) hatta ben i,ki kişi gelen misafire hep ne yapacağımı düşünürdüm bu makine bu iş için çok ideal :)


Çocuklarla birşeyler başarmanın mutluluğu o kekin tadından daha lezzetliydi. Kulağıma eğilmiş bugün benim doğum günüm akşam herkesi çağıralım doğum günümü yapalım dedi cadı hayır yalan söylüyorsun ama senin doğum gününde Karlar Ülkeli pasta yapıcaz dedim...

Gülümsemenin bol olduğu çocuk kahkahalarının hayatımızdan eksilmediği bir hayat diliyorum :D



25 Aralık 2014 Perşembe

İçimdeki Deniz


 11 Ekim 2014 tarihinde, film zevkimizin uyduğu Elif arkadaşımın uzun zamandır izlememi tavsiye ettiği  (Javier Bardem'e de birazcık aşıktır :P ) "İçimdeki Deniz" filmini izledim.

Film'i izlerken hep BABAMı düşünmüştüm çünkü filmdeki adam da 28 yıl boyunca yatağa mahkum olmuştu. BABAm 1 yıldır hastane harici evden hiç dışarı çıkmamıştı. Film yatağa mahkum olmanın insana neler yaşattığını o kadar güzel anlatmış ki göz yaşlarını tutmak gerçekten çok zordu. 

Filmde bir sahne de "Gözlerini kapat ve hayal et şu an nerde olmak istiyorsun" diye bir replik var, gözlerimi kapattım ve gözümü açtığımda filmdekiyle aynı sahneyi canlandırmış olmam beni inanılmaz şaşırttı, herkesin hayali bu olamaz dedim.

16 yaşında bacaklarımdan ameliyat olduğumda çok ağlardım bir daha yürüyemeyecek miyim diye. Gözlerimi kapatır hayal kurardım, gezerdim koşardım gitmek istediğim yerlere giderdim...

Nefesi zor almak ya da bir yerden bir yere başkalarının yardımıyla gitmek dört duvar arasına hapsolmak en ufak bir ihtiyacın bir kumandayı bile bir başkasının getirmesini beklmek bir insan için inanılmaz büyük bir ızdırap. Şöyle düşünelim bir soğuk alıyoruz bir tas çorba kaynatan olmazsa aç susuz yatıp kendi halimize acıyoruz. Bir de bunu bir ömür boyu yaşayacağımızı düşünün! Bahar gelecek dışarı çıkıp  çiçek kokularını içine çekemeyeceksin ya da yağmuru yüzünde hissedemeyeceksin kar yağdığında kar topu oynayamayacaksın sadece duvarlar ve tavanla yaşayacaksın. En büyük eğlencen kitap gazete okumak televizyon seyretmek bunlarada gözlerin izin verdikçe bakabileceksin. Değerini bilmediğimiz o kadar güzel değerlere sahibiz ki aslında...

Birisinin size yaptığı ya da yapmadı şeylere o kadar çok takılıyoruz ki! O şu evi aldı o bu arabaya biniyor ayyy şu marka ayakkabı almış bilmem ne eee sonra? ne olacak bunları mı götürecek öbür dünya'ya bırakın ya hayattaki her şey araç bizim için oturduğumuz koltuk altın olsa ki ben istemem popom ağrır köyde ki yün döşekte olsa huzurla ve sağlıkla oturruyosan bitmiştir. Antep'te şu mantık vardır salon takımı alınır ama kimse oturmaz kapısı kapalıdır hatta koltukların üzerine örtüler serilir en güzel yemek bardak takımları ordadır ve yine kullanılmaz (içeriye müze kartla girmeyi bile düşünebilirsin :D)
Kardeş neden alıyosun o zaman?? 
Eşya'ya hizmet etmek için mi??
Benim için kullandığım eşya'nın hiç bir değeri yok ha nasıl üzerinde winnie the pooh olan plastik bir bardağı bohemia kristaline değişmem çünkü beni o ve onu alan kişi mutlu eder.

Küçük şeylerdedir mutluluk...

Maddi olmayan bir gülücüktür.

BABAMın cenazesi sırasında, Suriyeli dilenci bir kaç çocuğa rastladım bir misafiri yolcu ederken ayıp söylemesi biraz bişeyler verdim ayağında terlik olmayan birsine çorap verdim falan filan sonra büyük abla (ismi Fatmaymış) durumu anladı "sizin baba öldü" dedi "evet" dedim hemen kardeşlerine "fatiha" dedi bende elini tuttum teşekkür ettim. Fatma  elimi öpmeye başladı şükran diye o zaman dayanmayıp sarıldım kızı öptüm eve geldik kardeşim "ıyy hasta olacaksın hemen elini yüzünü yıka" yaptı dedim ki "O çocuğun sevgiye ihtiyacı vardı sevdim ve hasta olmakta aklıma gelmedi her şey temizlik değildir".
Geçen hafta yolda yürüken Fatma oturmuş dileniyor beni gördü yüzünde kocamann bir gülümsemeyle hiç konuşmadan kocamannn uçan bir öpücük attı bana gözlerindeki mutluluk milyonlara değerdi gelip benden para dilenmedi bende ona para vermedim sadace bir öpücüktü verdiğim... 



Bizler elimizdekinin kıymetini kaybettiğimiz zaman anlıyoruz!

Dün sabah işe yürüyerek geldim uzun zamandır yapmayı unuttuğum birşey yaptım, başımı kaldırıp gökyüzüne baktım "Çok teşekkür ederim gökyüzünü görebildiğim için, derin nefes alabildiğim için, ayaklarımla işime gelebildiğim için sevmesemde bir işim olduğu için " dedim.

Ara sıra da olsa hatırlamak ve bunlar için gülümsemek size yaşam enerjisi veriyor. Şu bilge insan sözleri gibi bıdı bıdıları sevmiyorum yazı biraz öyle oldu gibi ama değil içimden ne geliyorsa kelimelere döktüm sadece...




Deriiiiiin derin nefesler alıp denizin yosun ve iyot kokusunu alabildiğimiz, sıcak kuma ayaklarımızı gömebildiğimiz, sıcak güneşi tenimizde hissettiğimiz, rüzgarın saçımızı taradığı masmavi gökyüzü altında koşabildiğimiz bir zaman diliminde bu yazıyı hatırlarız belki....

Fika...

*Filmden

 "Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum."

"Korku çok güçlü bir silahtır, karar verme özgürlüğünü öldürebilir! "


Ayçiçek Çekirdekli Tuzlu Kuki


1 pkt margarin veya 250 gr tereyağı
1 yumurta sarısı içine beyazı üzerine
1 yemek kaşığı elma sirkesi
1 tatlı kaşığı tuz
1 yemek kaşığı şeker
1 çay bardağı yoğurt
1 çay bardağı sıvı yağ
1 pkt kabartma tozu
Aldığı kadar un
Ayçiçek çekirdeği


Bilinen kurabiyeler gibi hamuru yoğuruyoruz tezgaha yayıp su bardağıyla kesiyoruz. Fırın tepsisine dizip üzerine yurmurtanın beyazını sürüp ayçiçek çekirdekleriyle süslüyoruz. Arzuya göre haşhaş susam çörek otu kırmızı pul biber de dökebilirsiniz. 175 derece fırında üzeri kızarana kadar pişiyoruz.
Afiyet olsun :)

Foto ekleyemedim çünkü çok sevgili kardeşim kalan ayçiçek çekirdeklerimi yemekle meşguldü ona takıldığım için foto çekmeyi unutmuşum :))

22 Aralık 2014 Pazartesi

Fuls Yazıyor...

"Fikaca tarifler" dedim hep tarifler yazmadım yeri geldi sadece fotoğraf paylaştım yeri geldi gün'ü anlattım yeri geldi içimi döktüm. Bugün de ara sıra yazılarına baktığım çılgın kadın Fulsen'in yazısını paylaşıyorum...
 
Sadece "yaşıyoruz" demek değil hayatı gerçekten yaşayabilmek...

Bazen gökyüzüne bakmak bile mutlu edebiliyorsa ya da dilenci çocuğun para istemeyip öpücük atması gülümsetebiliyorsa sizleri hala yaşam belirtisi var demektir ;) 
Sevgilerimle...

 Doğdum. Her hangi bir yılın 365 gününün her hangi birinde doğdum. Dişlerim, pençelerim, yürüme ve kendini besleme gibi kabiliyetlerim olmadığı için ilk birkaç yılımı başkalarına muhtaç yaşadım. Sonra öğrenmeye ve seçmeye başladım. “Gençken hevesini al, tadını çıkar” dediler, ben de önüme ne geldiyse denedim. Hangi şarabı seveceğimi, kahvemi nasıl içeceğimi seçtim. Aşklar seçtim, işler seçtim, eşler seçtim. Seçtim mi, seçtim mi zannettim sorgusuna girmiyorum bile artık, zorunlu seçmelilerden bile olsa ‘ben’ seçtim işte. Başka bir şeyler de seçebilecekken bunları seçmeyi tercih ettim. En sevdiğim yönetmenleri, en sevdiğim yazarları, en sevdiğim şarkıları seçtim ve ‘ben’ oldum. Görecelik taşısa da bence güzel bir şey oldum ama 27 yaşında ölen Rock yıldızlarından biri olmadım, zaten sesim de güzel değildi. Yıldız olmama da gerek yoktu, annem gibi de 27 yaşında ölebilirdim ama ölemedim. Devam ettim.
Seçtiğim ve sevdiğim mekânlarda, sevdiğim arkadaşlarımla, sevdiğimiz müzikleri dinleyip sevdiğimiz içkilerimizi yudumlarken, bir yerden sonra hep aynı yere dönen muhabbetler yapıyorduk. Ertesi gün de bir sonraki hafta da… ‘Ben’ olabilmek için harika yirmi, yirmi beş yıl yaşa; sonra aynı ‘ben’e elli altmış yıl mahkûm kal. Niye? Bir kurulu düzenimiz olsun diye.
Doğmuştum, elde var bir. Yaşanabilecek yüzlerce olasılıktan bir hayat seçmiştim. Ölecektim, banko. Yirminci yüzyılda icat edilmiş en başarılı uyuşturuculardan biri olan ‘kariyer’den kurtulmuştum, kanım temizdi ve henüz ölmemiştim. Peki, şimdi ben ölene kadar ne yapacaktım, yeni bir uyuşturucu mu bulacaktım? Televizyon dizilerinde yaşayabileceğim diğer hayatları mı izleyecektim? Her yıl aynı takımın şampiyon olması gibi rasyonel olmayan bir arzuyla kendimi futbol maçlarına mı verecektim? Telefon ekranında şeker kırmak ya da lahana toplamak da alternatifler içindeydi.  Tek bildiğim “Gençliğimde çok kitap okurdum” diyenlerden olmak istemiyordum.
*
Geçenlerde, haftanın hangi günü olduğunu bilmediğim bir gün, sabahın kaçı olduğunu bilmediğim bir saatte kumsala doğru yolun ortasında durmuş, bir yandan bulutları izliyor bir yandan sigara içiyordum. Ürperdim.
“Bu şimdi sen misin?”
Birisi sağ omzuma usulca dokunup kulağıma fısıldamıştı sanki.
“Bu bizim hayatımız mı?”
Tek bedene sıkışmışlığımızı bir kenara atıp, birinci çoğul şahıs kadar kalabalık etrafımıza baktık. Hiçbir şey gerçek görünmüyordu. Başta bulutlar… Güneşi yanağımda, ensemden giren rüzgârı tüm vücudumda, sigaranın tadını dudağımda hissediyor, dükkândan buram buram kaldırıma yayılan çikolatalı kek kokusunu alıyor, okul bahçesindeki çocukların sesini duyuyordum oysa. O zaman bulutlar mıydı gerçeklik algımı dağıtan?
“Artık bu hayatı mı yaşayacağız?”
Sağdan sola bütün sahile baktım, her şey alabildiğine gerçekti, belki bulutlar hariç. Tepeden tırnağa kendime baktım, bir tek ben gerçek değildim. Bu kadın, bu Fulsen, benim otuz küsur yıldır birlikte olduğum kadın değildi. Yedi yaşındaki o küçük kız çocuğu da artık dolaşmıyor yanımızda, anıları da… Yalnızlık mı, iyileşme emaresi mi? Ne iyileşmesi; tanımadığım bir kadınla yaşıyorum, tanımadığım bir kadını yaşıyorum ve bulutlar ancak masal kitaplarının mutlu sonlarında resmedilebilecek kadar güzeldi. Deliriyor muydum? Sanmıyorum. Delirecek olsam daha iyi fırsatlarım olmuştu. O zaman?
“Dur bakalım daha yeni başlıyoruz.” dedi, ense kökümde yaşayan o ses.
Kimilerine göre naif ve romantik bir macerayı, kimilerine göre vakitsiz alınmış kararı, kimilerine göre büyük bir yanlışı, bana göre ise hayalini bile kurmadığın bir hayatı yaşamak böyle bir şey işte.
*
Bugün benim doğum günüm. Bugün değil belki ama bugünlerde yeniden doğdum. Küllerimden doğmak da değil kastım, yanakları pembe bir bebek gibi yeniden doğmak! Hem de ilk hayatımdaki gibi kimseye muhtaç olmadan… Acemi düşüncelerle vakit kaybetmeyeceğim bu sefer. Hayatın olmayan anlamını aramayacağım misal ya da varlığı ispatlanamaz bir Tanrıyı sorgulamayacağım bir daha.
“Uyusun da büyüsün” denilen bebekler gibi uzun uykular uyuyorum. Çeyrek ekmeği kopartıp ısıra ısıra yiyorum. Sırt çantamda şemsiye, defter, kitap ve abur cubur taşıyorum. Yeni hayatıma hazırlanıyorum. Adını duymadığım yazarları okuyor, hiç bakmadığım taraftaki yönetmenlerin gözleriyle dünyayı izliyorum. Sarhoş olmadan dans ediyor, bağıra bağıra şarkılar söylüyorum.
Bakalım bu sefer nasıl bir kadın olacağım? İçim içime sığmıyor. Ama sözüm olsun ilk iş âşık olacağım, hem de ilk kez âşık olmuş gibi. “Kendini kaptırma, yine üzülecek, kırılacaksın” diyenlere inat kendimi öyle bir kaptıracağım ki “Bu kızın hiç canını yanmamış mı?” diyecekler bu sefer. Fosilleşmiş korkularla yozlaştırılmış “Seninle vakit geçirmeyi seviyorum” aşklarına karşı “Seni çok seviyorum” aşkları yaşayacağım. Terk edeceğim veya terk edileceğim. Canım yanacak, kalbim parçalanıyor gibi hissedeceğim aynı ilk ayrılığın acısı gibi çünkü ben daha yeni doğdum.
Koşarken düşüp dizlerimi kanatacağım. Kullanmadığım ne yeteneklerim varmış, onları keşfedeceğim. Kim bilir içimde bir marangoz ya da terzi yatıyordur. Yanılma riskini göze alıp yeni tanıştığım insanlara güveneceğim. Şarabı rakıdan daha çok sever miyim acaba bu sefer? Çiğ balık yemeği dener miyim?
Kaç yaşıma gelmişim de bir kurulu düzenim yokmuş! Geçmiş hayatımda kurduğum düzenlere sayılsın. Bu hayatımda düzen kurmayacağım; yeni evler kuracağım, yeni sofralar, yeni dostluklar kuracağım. Zeytinyağlılarda ustaydım, şimdi kek ve kurabiyelerde kendimi denemek istiyorum. Komedi filmlerine ve tatlı içkilere de şans vereceğim yeniden. Kim ne derse desin…
Bugüne kadar hiç var olmamışım gibi, dünya var oldu var olalı hiç yok olmamışım gibi yaşayacağım. Acaba bu sefer hangi hayatı seçeceğim? Dünyaca ünlü bir sosyolog olabilirim ya da harika bir ev kadını ya da sadece bir ev filozofu. En kötü ne olabilir? En kötü ne kadar batırabilirim? İntihar olasılığını her gün arka cebimde taşımıyor olsaydım, çok bedbaht bir hayatım olurdu. Uzun yaşamak gibi amacım yok ama yaşamayı seviyorum, yaşadığımı hissettiğim sürece.
Buraya yazıyorum, bir otuz yıl daha yaşarsam hiç çekinmem bir daha doğarım. Başka bir hayat daha yaşarım. Bugün benim doğum günüm. Bugün olmasa bile bugünlerde iyi ki yeniden doğdun Fulsen. Adımızı da değiştirelim ister misin?

19 Aralık 2014 Cuma

Garip bir gün...

Dün Hakan Akkaya'nın söyleşisine gittim. Kendisine karşı her hangi bir hayranlığım ya da beğenim yoktu arkadaşım ısrar edince "hadi bir değişiklik olsun" diye gittik. Eski hocalarımı gördüm ve bana "Hakan senin çizimlerini görseydi bayılırdı" dedi. Dedim ki içimden o yaşta insan hayallerini gerçekleştirmek için daha mı cesaretsiz oluyor ya da fırsatları mı olmuyor. Bir mayo firmasıyla görüşmüştüm ve bana modellerimi göndermemi istemişti sonra başka alanlara dağılıp elimdeki mesleğin kıymetini bilemedim sonra yemek işine sardım mutfakta zaman geçirmek terapi gibi geldi. Asıl olay "Üretken" olmaktan geçiyor. İnsanları mutlu etmek bir şeyler üretmek benim ruhumda var sanırım. Genlerden geliyor rahmetli babaannem (ki isim annem olur) gittiği bir misafirlikte oturduğu yerde lif örer sonra bunu ona hediye ederdi. Herkesin evin de bir "Topuzlu teyze lifi" vardır. 
Gece yatarken günün kritiğini yaparım ve bu da bazı zamanlar da uykumun kaçmasına sebep olur. Düşündüm elime geçen fırsatları bazen değerlendirmeyi bilmedim. Hiç bir şey için geç değil o yüzden 2015 benim yılım olacak hayallerimin peşinden gideceğim. Ha artık şunu demek istemiyorum birisi bir şey  yaptığında ben düşünmüştüm... Eee düşündün ama uygulamadın...

Hayallerimizin gerçekleşmesi dileğiyle mutlu kalın :)
 

17 Aralık 2014 Çarşamba

Hanımeli Poaçası



Bu enfessss poaçama "Hanımeli" demek istedim. Çünkü elime geçeni kattım içine :))

2 yumurta ( sarısı yüzüne beyazı içine)
1 su bardağı ılık süt
1 su bardağı sıvı yağ
1 paket yaş maya
4 tatlı kaşığı toz şeker
1 tatlı kaşığı tuz ( Tuz oranını isteğe göre artırabilirsiniz, peyniriniz tuzlu ise azaltabilirsiniz)
1 tutam taze ya da kuru dere otu
1 çay kaşığı çörek otu
1/2 çay kaşığı keten tohumu
1 yemek kaşığı ayçiçeği çekirdeği içi
Mavi haşhaş
Beyaz peynir
Aldığı kadar un ( ortalama 4 su bardağı kadar)

Sütü eli yakmayacak ılıklıkta kaba boşaltıyoruz içene şekeri katıp iyice eritiyoruz. Mayayı da ekleyip mayanın erimesi için karıştırıyoruz. Yumurta akını ve yağıda ekleyip yavaş yavaş unu eleyerek hamurumu yapıyoruz. Hamuru yaptıktan sonra üzerini kapatıp 1 saat kadar dinlendiriyoruz. 
(Yemek yaparken bu tabirlere çok gülüyorum "dinlendirmek!" ayy yumurta kardeş çok yoruldum biraz dinleneyim diyor sanki un :) )
Güzelce dinlenen hamurun içine dereotu, ayçiçek çekirdeği, çörek otu, keten tohumunuda ekleyip yavaş yavaş karıştırıyoruz mayalı hamur çok fazla yoğurulmayacağı için hamura kibar davranıyoruz :) Eğer hamur elinize yapışıyorsa biraz yağ ekleyebilirsiniz. Hamur iyice karıştıktan sonra cevizden biraz büyük bezeler yapıyoruz. Ben içerisine peynir koymayı tercih ettim isteyen boşta yapabilir. Keyif size kalmış. Bezeleri yuvarlayıp üzerine yumurta sarısını sürüp haşhaşıda döktük mü bu iş tamam :) 200 derece de daha önce ısıtılmış fırında yaklaşık 30 dk kadar 150 derecede pişiriyoruz.

Sonra annenizin gün arkadaşları ayıla bayıla yiyip ayyy fika eline sağlık diyo :)

Sağlıkla kalın :)

Only Time....

1987 Kurban Bayramı

Acımı yaşamak için "Zaman'a ihtiyacım var" diyordum. Zaman geçip gidiyor tekrar hayata tutunma zamanı...

En sevdiğim, beni hayata bağlayan yemek pasta yapımına geri döndüm. Yıllar önce BABAMla dertleşirken pasta işinden bahsettiğimde "Sen yaparsın kızım ben sana inanıyorum" demişti  BABAmın bana olan güvenini sarsmamak için pasta işime ağırlık veriyorum...

Eski fika olmak için "Küllerimden" doğuyorum.

                                                                                   

Yine yanımda olsan
Ben şapşi bi halde objektife baksam
Ellerini omzuma koysan güvende olduğumu yine bilsem
Annem AŞK'ının gücünü hissetse seninle 
Sonra üzerimdeki mavi papatya eteklerim açılsın diye havaya atsan beni 
Uçuyorum sansam 
Yine "Çiçek Kızın" olsam
Yine masum olsa yüreğim !
Yine çocuk olsam 
Yine çocuklar gibi gülsem...

4 Aralık 2014 Perşembe

13.10.2014...

https://www.youtube.com/watch?v=hluVrTixQwI

Kızlar BABAlarına aşıktır.
İlk aşktır BABA...

 

Freudun bahsettin  "Oidipus kompleksi" gibi değil. Onun sınırsız sevgisinin , şefkatinin, hatalarınla günahlarınla seni affediciliğinin sevgisidir belkide. Dünyanın en yakışıklı adamı BABAM derdim. BABAM gibi bir sevgilim olsun isterdim.
6 yıl önce KOAH hastalığa yakalanıp son 1 yıldır oksijen tüpüyle yaşam mücadelesi veren ama buna rağmen kitaplarından gazetesinden "Arkadaşım Hoşgeldin" den vazgeçmeyen canım BABAM 13.10.2014 günü vefat etti.
Bu kelimeyi yazmak ya da söylemek o kadar zor ki! öldü! vefat etti! aramızdan ayrıldı!
Oysa "onu kokulu kokulu öpemiycem, o beni şefkat dolu elleriyle sevemiycek, bir yerim yaralandığında  artık öpemiycek, kedi gibi yanına kıvrılıp uyuyamıycam, öperek uyandıramıycam ( öptün uyanmadım mı derdi? hastane de yatarken çok öptüm ama uyanmadın BABA!) yeni bir fıkra öğrendiğimizde arayıp anlatamıycaz, güzel bir film ya da şarkı çıktığında birbimizi arayıp " şu kanalı aç" diyemiycez. Seni çok seviyorum BABA diyemiycem, iyi ki senin kızının diyemiycem bi daha" demek istiyorum....

Ben BABAsız kalmak için çok küçüktüm sadece BABAM dan ayrılmadım dostumdan, sırdaşımdan, arkadaşımdan, abimden, kankamdan ayrıldım o benim çok şeyimdi... Çevremdeki kaç kız BABASIYLA oturup en müstehcen fıkraları anlatıyo ki, kaç kız hala BABAsının kucağına oturup "Bugün beni az sevdin" diyo ki! o yüzden bunları bi daha yaşayamacak olmak gerçekten çok kötü içimi acıtıyor! 



Ölüm hepimiz için var olan bişey kabul ediyorum insanı inanç ayakta tutuyor. Cenazeye gelen herkese dedim ki "Sevdikleriniz hayattayken onlara olan sevginiz söyleyin çünkü sonra keşkeleriniz sizi mehvader beni ayakta tutan İYİ Kİ lerimdi" o bana mükemmel bir BABA oldu ben de ona mükemmel evlat ama yine de çok ÖZLÜYORUMM... 

 


Ciğerlerimi yırtarcasına bağırıp "BABA SENİ ÇOK ÖZLEDİM,  Seni çok seviyorum BABA" demek istiyorum...