22 Aralık 2014 Pazartesi

Fuls Yazıyor...

"Fikaca tarifler" dedim hep tarifler yazmadım yeri geldi sadece fotoğraf paylaştım yeri geldi gün'ü anlattım yeri geldi içimi döktüm. Bugün de ara sıra yazılarına baktığım çılgın kadın Fulsen'in yazısını paylaşıyorum...
 
Sadece "yaşıyoruz" demek değil hayatı gerçekten yaşayabilmek...

Bazen gökyüzüne bakmak bile mutlu edebiliyorsa ya da dilenci çocuğun para istemeyip öpücük atması gülümsetebiliyorsa sizleri hala yaşam belirtisi var demektir ;) 
Sevgilerimle...

 Doğdum. Her hangi bir yılın 365 gününün her hangi birinde doğdum. Dişlerim, pençelerim, yürüme ve kendini besleme gibi kabiliyetlerim olmadığı için ilk birkaç yılımı başkalarına muhtaç yaşadım. Sonra öğrenmeye ve seçmeye başladım. “Gençken hevesini al, tadını çıkar” dediler, ben de önüme ne geldiyse denedim. Hangi şarabı seveceğimi, kahvemi nasıl içeceğimi seçtim. Aşklar seçtim, işler seçtim, eşler seçtim. Seçtim mi, seçtim mi zannettim sorgusuna girmiyorum bile artık, zorunlu seçmelilerden bile olsa ‘ben’ seçtim işte. Başka bir şeyler de seçebilecekken bunları seçmeyi tercih ettim. En sevdiğim yönetmenleri, en sevdiğim yazarları, en sevdiğim şarkıları seçtim ve ‘ben’ oldum. Görecelik taşısa da bence güzel bir şey oldum ama 27 yaşında ölen Rock yıldızlarından biri olmadım, zaten sesim de güzel değildi. Yıldız olmama da gerek yoktu, annem gibi de 27 yaşında ölebilirdim ama ölemedim. Devam ettim.
Seçtiğim ve sevdiğim mekânlarda, sevdiğim arkadaşlarımla, sevdiğimiz müzikleri dinleyip sevdiğimiz içkilerimizi yudumlarken, bir yerden sonra hep aynı yere dönen muhabbetler yapıyorduk. Ertesi gün de bir sonraki hafta da… ‘Ben’ olabilmek için harika yirmi, yirmi beş yıl yaşa; sonra aynı ‘ben’e elli altmış yıl mahkûm kal. Niye? Bir kurulu düzenimiz olsun diye.
Doğmuştum, elde var bir. Yaşanabilecek yüzlerce olasılıktan bir hayat seçmiştim. Ölecektim, banko. Yirminci yüzyılda icat edilmiş en başarılı uyuşturuculardan biri olan ‘kariyer’den kurtulmuştum, kanım temizdi ve henüz ölmemiştim. Peki, şimdi ben ölene kadar ne yapacaktım, yeni bir uyuşturucu mu bulacaktım? Televizyon dizilerinde yaşayabileceğim diğer hayatları mı izleyecektim? Her yıl aynı takımın şampiyon olması gibi rasyonel olmayan bir arzuyla kendimi futbol maçlarına mı verecektim? Telefon ekranında şeker kırmak ya da lahana toplamak da alternatifler içindeydi.  Tek bildiğim “Gençliğimde çok kitap okurdum” diyenlerden olmak istemiyordum.
*
Geçenlerde, haftanın hangi günü olduğunu bilmediğim bir gün, sabahın kaçı olduğunu bilmediğim bir saatte kumsala doğru yolun ortasında durmuş, bir yandan bulutları izliyor bir yandan sigara içiyordum. Ürperdim.
“Bu şimdi sen misin?”
Birisi sağ omzuma usulca dokunup kulağıma fısıldamıştı sanki.
“Bu bizim hayatımız mı?”
Tek bedene sıkışmışlığımızı bir kenara atıp, birinci çoğul şahıs kadar kalabalık etrafımıza baktık. Hiçbir şey gerçek görünmüyordu. Başta bulutlar… Güneşi yanağımda, ensemden giren rüzgârı tüm vücudumda, sigaranın tadını dudağımda hissediyor, dükkândan buram buram kaldırıma yayılan çikolatalı kek kokusunu alıyor, okul bahçesindeki çocukların sesini duyuyordum oysa. O zaman bulutlar mıydı gerçeklik algımı dağıtan?
“Artık bu hayatı mı yaşayacağız?”
Sağdan sola bütün sahile baktım, her şey alabildiğine gerçekti, belki bulutlar hariç. Tepeden tırnağa kendime baktım, bir tek ben gerçek değildim. Bu kadın, bu Fulsen, benim otuz küsur yıldır birlikte olduğum kadın değildi. Yedi yaşındaki o küçük kız çocuğu da artık dolaşmıyor yanımızda, anıları da… Yalnızlık mı, iyileşme emaresi mi? Ne iyileşmesi; tanımadığım bir kadınla yaşıyorum, tanımadığım bir kadını yaşıyorum ve bulutlar ancak masal kitaplarının mutlu sonlarında resmedilebilecek kadar güzeldi. Deliriyor muydum? Sanmıyorum. Delirecek olsam daha iyi fırsatlarım olmuştu. O zaman?
“Dur bakalım daha yeni başlıyoruz.” dedi, ense kökümde yaşayan o ses.
Kimilerine göre naif ve romantik bir macerayı, kimilerine göre vakitsiz alınmış kararı, kimilerine göre büyük bir yanlışı, bana göre ise hayalini bile kurmadığın bir hayatı yaşamak böyle bir şey işte.
*
Bugün benim doğum günüm. Bugün değil belki ama bugünlerde yeniden doğdum. Küllerimden doğmak da değil kastım, yanakları pembe bir bebek gibi yeniden doğmak! Hem de ilk hayatımdaki gibi kimseye muhtaç olmadan… Acemi düşüncelerle vakit kaybetmeyeceğim bu sefer. Hayatın olmayan anlamını aramayacağım misal ya da varlığı ispatlanamaz bir Tanrıyı sorgulamayacağım bir daha.
“Uyusun da büyüsün” denilen bebekler gibi uzun uykular uyuyorum. Çeyrek ekmeği kopartıp ısıra ısıra yiyorum. Sırt çantamda şemsiye, defter, kitap ve abur cubur taşıyorum. Yeni hayatıma hazırlanıyorum. Adını duymadığım yazarları okuyor, hiç bakmadığım taraftaki yönetmenlerin gözleriyle dünyayı izliyorum. Sarhoş olmadan dans ediyor, bağıra bağıra şarkılar söylüyorum.
Bakalım bu sefer nasıl bir kadın olacağım? İçim içime sığmıyor. Ama sözüm olsun ilk iş âşık olacağım, hem de ilk kez âşık olmuş gibi. “Kendini kaptırma, yine üzülecek, kırılacaksın” diyenlere inat kendimi öyle bir kaptıracağım ki “Bu kızın hiç canını yanmamış mı?” diyecekler bu sefer. Fosilleşmiş korkularla yozlaştırılmış “Seninle vakit geçirmeyi seviyorum” aşklarına karşı “Seni çok seviyorum” aşkları yaşayacağım. Terk edeceğim veya terk edileceğim. Canım yanacak, kalbim parçalanıyor gibi hissedeceğim aynı ilk ayrılığın acısı gibi çünkü ben daha yeni doğdum.
Koşarken düşüp dizlerimi kanatacağım. Kullanmadığım ne yeteneklerim varmış, onları keşfedeceğim. Kim bilir içimde bir marangoz ya da terzi yatıyordur. Yanılma riskini göze alıp yeni tanıştığım insanlara güveneceğim. Şarabı rakıdan daha çok sever miyim acaba bu sefer? Çiğ balık yemeği dener miyim?
Kaç yaşıma gelmişim de bir kurulu düzenim yokmuş! Geçmiş hayatımda kurduğum düzenlere sayılsın. Bu hayatımda düzen kurmayacağım; yeni evler kuracağım, yeni sofralar, yeni dostluklar kuracağım. Zeytinyağlılarda ustaydım, şimdi kek ve kurabiyelerde kendimi denemek istiyorum. Komedi filmlerine ve tatlı içkilere de şans vereceğim yeniden. Kim ne derse desin…
Bugüne kadar hiç var olmamışım gibi, dünya var oldu var olalı hiç yok olmamışım gibi yaşayacağım. Acaba bu sefer hangi hayatı seçeceğim? Dünyaca ünlü bir sosyolog olabilirim ya da harika bir ev kadını ya da sadece bir ev filozofu. En kötü ne olabilir? En kötü ne kadar batırabilirim? İntihar olasılığını her gün arka cebimde taşımıyor olsaydım, çok bedbaht bir hayatım olurdu. Uzun yaşamak gibi amacım yok ama yaşamayı seviyorum, yaşadığımı hissettiğim sürece.
Buraya yazıyorum, bir otuz yıl daha yaşarsam hiç çekinmem bir daha doğarım. Başka bir hayat daha yaşarım. Bugün benim doğum günüm. Bugün olmasa bile bugünlerde iyi ki yeniden doğdun Fulsen. Adımızı da değiştirelim ister misin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder